23 Kasım 2012 Cuma

Üçüncü Durak: Venedik

Memleketimizden kalkıp buralara kadar geldik elimizden geldiğince gezip yeni diyarlar görelim diye düşünürken bir gece ansızın uçak biletlerimizi aldık. Uzun bir süre önceden alınca sınav tarihlerimizi derslerimizi ona göre ayarlama imkanımız oldu. Gün sayıp durduk gezi günü gelsin diye. Başımıza nelerin geleceğinden habersizdik tabi o zamanlar. Tam geziye çıkmadan önce öğrendik ki Venedik'i sel almış. Açtım haberleri baktım. İnsanlar göğüs hizası suyun içinde çırpınmakta. Benim moral yerle bir oldu tabi. Anneannemin dediği gibi "kırk yılda bir oynamaya kalktık, dümbelek patladı" hesabı daha gezi başlamadan sorunlar başladı. Bu habere üzülmemiz geçmemişti ki sevgili Ryanair bir mail yollamış bizlere. Paris'te ve İspanya'da olması muhtemel grevlerden dolayı uçuşumuzu değiştirmemizi önermişler. Öyle bir gezi programı yaptık ki domino taşları gibi.Birini bozmamız her şeyi mahvedecek. Ne yapsak ne etsek işin içinden çıkamadık. Gitmekten tamamen mi vazgeçsek, hiçbir şey olmamış gibi kendi günümüzde ve saatimizde yola mı çıksak diye saatlerce düşündük. İşin içinden çıkamayınca hadi biz hazırlanalım sabah da yola çıkalım. Ayarlayabilirsek Venedik'ten Paris'e uçuşumuzu bir gün öne alırız Venedik için aldığımız otobüs biletini de öne çekeriz dedik. Gece yarılarana kadar hazırlandık ettik sonra yine bir karar değişikliği. Otobüs biletimizin gününü değiştirirsek bizden alacakları ekstra para, hostelimizin iptal olma durumu vs vs. Gene vazgeçip 14 Kasım sabahı gitmeye karar verdik. Hazırlanıp sabahın köründe daha hava aydınlanmadan yola çıktık.

 Sevgili otobüsümüz

İki katlı çok şeker bir otobüsümüz vardı. Üst katta en önde gitmeyi hayal ettik hepimiz tabi ama emekli insanlar grubu kaptılar hemen koltukları. Biz de en arkaya geçtik sere serpe yayıldık. Onca yıldır otobüslerle yolculuk yaparım. Sanırım en güzel otobüs yolculuğum buydu.

Yüzüme güneş vurunca pek güzel hissederim.

Otobüsten inince adını hatırlayamadığım, aklımda people mover diye kalmış, trenimsi bir şeye bindik. iki tarafımız deniz, havadan havadan gittik. Hazırlanan sandviçler yendi falan kahvaltıyı aradan çıkardık.


Merkeze yakın bir yerde inip haritamızı alıp düştük yollara. İlk önce ağzımız bir karış açık etrafı seyrettik tabi. Kanallar, köprüler, minik minik sıra sıra evler, kayıklar, motorlar... Şimdiye kadar alışık olduğumuz şehir düzeninin tamamen dışında bir yer. Hava güneşli ve çok güzel. Gezimizi iptal etme durumundan sonra eninde sonunda ulaşmış olmanın verdiği mutluluk var tabi bir de. Kaybola kaybola saatlerce gezdik. Vitrinlerdeki maskeler, camlar, rengarenk makarnalar... Her şey harikaydı.












 Rialto Köprüsü

Güneş gözlüğümü bile özlemişim :)

Sırada sular altında kaldığını duyduğumuz San Marco Meydanı var. Su falan yoktu biz gittiğimizde. Her yer güvercin ve benim Albatros dediğim martılarla, aslında canavar kadar büyükler, doluydu. Çok yüzsüzleşmişler kendileri. Yemek yerken gelip yemeğinizden aşırabiliyorlar. Fütursuzca dizinize konabilirler. Kovalamayla da kaçmıyorlar.
 Oralara kadar gidip de maske almadan dönemezdik.


Hep sırıtarak gezdim böyle.













Bütün gün çantalarla yürüdükten sonra yorulduk ve hostelimize doğru yol aldık. Trene binip Mestre'de indik ve başladık gene yürümeye. Etrafta  o kadar kötü oteller vardı ki çok korktuk bizim hostel de öyle çıkacak diye. Varınca gördüğümüz manzara bizi çok şaşırttı çünkü hostel beklemediğimiz kadar güzeldi. Tek sıkıntı internete ekstra para ödemek zorunda kalışım oldu.


 Ha bir de gece bayağı soğuktu odamız ama hazırlıklı gittiğimiz için çok da sorun olmadı. Biraz uyuyup dinlendikten sonra da akşam Mestre'de dolaşıp yemek yedik. Yemeğimin ismi de Cotelatta Di Pollo Con Patate. Bu kadar uzun ve havalı oluşuna aldanmamak lazım, patates kızartması ve şinitzeldi yemeğimin özü aslında. Ertesi gün odamızda kahvaltı yaptıktan sonra da bambaşka bir maceraya başladık. O kısım daha sonra  anlatılacak:)
Çok eğlenceli, renki ve süper bir geziydi!



t

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder