8 Aralık 2013 Pazar

Nehir üzerine...


Bugün Ankara Tiyatro Festivali ile Ankara'ya gelen Oyun Atölyesi ekibinin Nehir isimli oyununa gittim Şinasi Sahnesi'ne. Başrollerde Haluk Bilginer, Canan Ergüder ve Ayça Bingöl var.

Oyun 2012 yılında Jez Butterworth tarafından yazılmış. Bizim dilimize kazandıran da Hira Tekindor.
Yönetmen Haluk Bilginer.

Yerime oturup perdenin açılmasını sabırsızlıkla bekledim. Perde açıldığında onca hevesin boşa gitmediğini ilk bakışta kanıtladı bana sahne. Dekora bayıldım. Ahşap bir göl evi şeklinde tasarlanmış. Sahne tasarımı Gamze Kuş'a ait. Ahşabın ve sarının verdiği sıcaklık çok etkili bir şekilde kullanılmış.


Oyuna gelince... Haluk Bilginer, balık avlamayı fazlasıyla önemseyen ve aşkı arayan bir Adam olarak karşımıza çıktı. Aşkı ararken de buldu sandığı aşka alışmış bir karakter...
Buna nasıl alıştığını da minik evine getirdiği kadınlar sayesinde görüyoruz. Kadın karakterler birbirinin kaldığı yerden oyuna devam ederken Adam sanki sadece bir kadınla ilişki yaşıyormuş gibi görünüyor bize. 

"Benden önce buraya kaç kadın getirdin?" sorusunu hem deli gibi merak ederek hem de "ilk" olmayı umarak soran kadınların ilk olduklarını sandıklarındaki mutluluğu ve bunun doğru olmadığını gördükleri zamanki hayal kırıklığı günümüz ilişkilerine de çok güzel bir gönderme olmuş. İlk ve o kadar özel olunamayacağına neredeyse kesin gözüyle bakış, bunun minicik gerçek olma ihtimaline bel bağlama hali...
Kadın cinsinin "seni seviyorum" cümlesine verdiği anlam ve erkek cinsinin bunun arkasına sığınması...
Her kadının ve adamın olacakları tahmin ettiği, hatta bildiği halde yine de tersine inanması da hepimizin yüzleşmek zorunda kaldığı ironi.
Karakterlerin isimleri yok, hepsi çok bizden. Bizlerden biri...


Oyunculuklara diyecek söz yok. Televizyondan duymaya alıştığımız sesleri yakından duymak bile yeterince güzel. Benim için ekranda görmeyi özlediğim Canan Ergüder'i sahnede görmek bambaşkaydı zaten. Tek şikayetim oyunun tek perde olması, 70 dakika sürmesiydi . İzlemeye doyamadım sanırım.
Erdal Beşikçioğlu'nun oynadığı Cem Emüler'in yönettiği Bir Delinin Hatıra Defteri'nden sonra iki numaradan giriş yaptı favori listeme.  İstanbul'da yaşayanlar kaçırmasın derim.

t

21 Temmuz 2013 Pazar

Bu bir mezuniyet öyküsüdür

Haziran ve temmuz aylarına damgasını vuran olaylar mezuniyet balosu ve mezuniyet törenimizdi.
Erasmus ile Avusturya'ya ilk dönem gidişimin nedeni de ikinci dönem burada olup fotoğraf çekimlerimi düzgünce yapıp, baloya ve mezuniyet törenine katılabilmekti. İyi ki de öyle bir karar vermişim. 
Her anını doya doya yaşadım mezuniyet heyecanının. İşin komik tarafı da resmi olarak mezun olamamam. Erasmus'un bir oyunu mu desem güzelliği mi desem artık bilemedim. Okulumla bir dönem daha birlikteyim.

Sırayla anlatmak gerekirse... Önce yıllığımız için fotoğraf çekimleriyle başladı heyecanımız. Okuldan cübbeleri alınca "Ne yani, şimdi bu kadar mı? Bitiyor mu?"
soruları hemen hemen hepimizin gözlerindeydi. Bir yandan sevinç, bir yandan da hüzün.
Hemen kendimize uygun cübbeleri alıp şımarıklıklara başladık.


Sonra asıl çekime geldi sıra. Havanın azizliğine uğramayalım diye dua ede ede kuaförlere gidildi, elbiseler giyildi, makyajlar yapıldı. Bol bol fotoğraf, bol bol kahkaha...



Yıllarca önünde kahveler, çaylar içilen, sınav sonrası kritikler yapılan A Kapımız.




Merve ve Betül de bizimle.

Göle gitmeden olmazdı tabii.








Fotoğraflarla yetinemedik farklı bir şeyler yapmak lazım diye düşündük. Harlem Shake'te karar kıldık sonunda ve milletin bakışlarını umursamadan ve gülmemeye çalışarak onu da yaptık. Herkesin harlem videosu gibi olmasın diye de azıcık kendi yorumumuzu katmış hazırlayan arkadaş. Buyrun:




Yıllık işlerimiz bittikten sonra sıra balomuza geldi. Sheraton'da yapılacak güzel balomuz için hazırlanmak pek kolay olmadı. Kumaşlar, elbise provaları, ayakkabı- çanta alışverişi, takılar derken kendisi beni bayağı uğraştırdı. Sonunda Hayriye Teyzem aklımdaki gibi bir elbise dikti ve içime sinerek, pek beğenerek giydim elbisemi. Saçım ve Berfu'mun yaptığı makyajı da çok beğenince eğlenmemek için hiçbir nedenim kalmadı.



Gülmekten yanaklarımın acıdığı bir gece oldu.





Bu kadar eğlenebileceğimi düşünmemiştim o gece. Emeği geçen arkadaşlara tekrar teşekkür ederim. Yemekler, müzikler, pastamız, fotoğrafalarımız...Her şey harikaydı. Hep hatırlayacağımız, mükemmel bir mezuniyet balosu oldu.

Balomuzu da bitirip mezuniyet törenimizi beklemeye koyulduk. Beytepe Amfi'de yapıldı tören. Tepemizdeki güneş bir de yerden yüzümüze yansıyınca kızardık, bol bol da ter döktük. 
 Sabahın köründe hazırlanıp yollara düştük.

Pankartlarımı da kaptım doğru törene...


Oynak kimliklerimizden ödün vermedik tabii törende de bol bol oynadık. Gezi eylemlerine destek olan pankartlarımızla rengarenk bir tören yaptık. Gazetelere bile çıktık hatta. Buyrun:


En güzeli de beni yalnız bırakmayan ailem ve Manisalardan beni görmeye gelen anneannem.

Kepler fırladı, şarkılar türküler söylendi, balonlarımız uçtu. Hepimizin hayatında yeni bir dönem başladı. Bazılarımız yüksek lisans haberleriyle bizi sevindirmeye başladı bile.


Tören bitti diye amfiye tekrar gitmeyeceğim anlamına gelmedi tabii ki bu. Kız kardeşin töreni benden sonra oldu ve onu mezun etmeye gittim bir kez daha. Gülen gözlerimizin olduğu fotoğraflarımız da hatıra kaldı.


Son bir şeyi unuttum. Törende yanımda olamasa da arayıp yanımda olan kardeşim :)


Bol fotoğraflı bu yazım da okulun son demlerini hatırlatmak için kayıtlara geçsin. Hepimiz için her şey güzel olsun. Son olarak da bıkmadan usanmadan fotoğraflarımı çeken ve benimle paylaşan herkese çok teşekkürler.

t

17 Mayıs 2013 Cuma

Bir Yıl Olmuş... Sırrım

Geçtiğimiz yıl bu zamanlar en sevdiklerimle tiyatro oyunumun bitişini kutluyordum.
Üzerinden koskoca bir yıl geçmiş bile fark etmeden.

Tiyatroda çalışma hikayem ikinci sınıfta hocam Papatya Alkan Genca sayesinde oldu. Onun sayesinde tanıştığım, tiyatroyu seven bu iş için çalışan insanları sahnede ve sahne arkasında görüp Türk Amerikan Derneği diye bir yer olduğunu öğrendim. Ekipten biri olmak istedim ve işe Woman in Mind oyunu ile başladık. Sahne arkasında yaptığım iş, iş bile sayılmayabilirdi belki o kadar basitti. Perdenin kenarında durup, elimde tekst bir gözüm orada diğeri sahnede oyunu takip edip oyunculara sıralarının geldiğini haber vermekti.
Sonra en sevdiğim, kesmeli boyamalı işler olan dekor kısmına geldik. Strafor keserken elimi kesmekten, sprey boyayla kafa bulmaya kadar her şeyi yaşadım. Süper eğlenceli, hep hatırlayacağım günler olarak kaldılar. Oyunun sonunda sahneye çıkıp, ekipten biri olarak selam verince duyduğum haz yaptığımın işin yanında çok abartılıydı belki ama harika hissettirdi.

Sonra okulumda İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü Tiyatro ekibinin The Playboy of  The Westernworld (Babayiğit) oyunun ekibinde yer alarak devam ettim. Oyunun dekorundan, kostümlerine birçok şeyiyle Papatya Hocam ile ilgilenip yardım  ettik. İkinci selamı okulumdaki sahnede verdim ve o andan sonra da kendi yaptığım bir işle selam vermek istediğime karar verdim. 
Arkada görünmeyen kahramanlardan değil de bir sefer de olsa işin asıl sahibi olarak sahnede selam vermek...

Sahne ve seyirci korkum olduğu için oynamaya cesaret edemedim. Denesem yapar mıydım bilmiyorum. Sevdiğim bir işi yaparak vermeliyim bu selamı... Oynayamam ama yazabilirim deyip oyun yazmaya karar verdim. Okuldaki sahneyi bildiğim için nedense ilk önce seti düşünerek başladım işe. Kulisi iki kat aşağıda olan, kulise tek kapıyla girilen, çok dar ve tavanı çok yüksek, aslında tiyatro sahnesi olmayan sahnemiz...
Öyle bir dekor yapmalıydık ki sabit kalmalı, değiştirmek için uğraşıp zor durumda kalmamalıydık. Yani oyun tek mekanda geçecekti. Mekanımız da minik bir bar oldu.



Sonra karakteri ve olayı düşünmeye başladım. Nasıl karakterler olmalıydı ve bu karakterleri bu bara ne getirmeliydi. Yazıp silmeler sonucu karakterlerim ve oyunum da oluşmaya başladı. Bir yandan da karakterlerin kostümlerini düşünüp internetten sabahlara kadar kıyafet kombinasyonları yapıyorum tabii.

Bunlarla bütün bir yaz uğraştım ve tek oyuncum belliydi. En baştan beri yanımda olan en yakın arkadaşım.

Okul açılır açılmaz bölüm başkanımızla görüşüp iznimi aldım ve Yrd. Doç. Dr. Alev Karaduman ve Arş. Gör. Banu Kangal danışmanlığında resmen çalışmaya başladım. 
İngiliz Dilbilimi, İngiliz Dili Öğretmenliği ve İngiliz Dili Edebiyatını birleştiren bir oyuncu kadrosu oluştu en sonunda. 
Ders sonlarında, haftasonları, bölüm koridorlarında ve boş sınıflarda aylarca provalar yaptık. Soğuktan titreyerek, sinir ve kahkaha krizleri geçirerek, çok eğlenerek, hayal kurarak ve deli gibi çalışarak çalıştık mayıs ayına kadar.




En yakınım Berfu'mla evde sabahlara kadar kostüm dikmeye, dekor için malzeme listeleri,  şarkı listeleri yapmaya uğraştık.
Onun sponsor bulmak için gösterdiği çabayı anlatmama bile gerek yok.
Ne yaptıysak, kendi emeğimizle, kendi bulduğumuz parayla ve imkanlarla yaptık ki bu da yaptığımız işi daha da değerlendirdi.
Aylarca biriktirilen şişeler, barlardan ve kafelerden rica ederek toplanan diğer şişeler, evden gelen bardaklar ve kıyafetler. Babam ve marangoz arkadaşının o minicik sahneyi koskocaman bir alana çevirmeleri.
Ses ve ışık için prova yapabilmek için başka bir sahneyi kullanmaya çabalamam ve izin almam...
Evet, sevgili okulum bana hiç sahnede prova yapma imkanı vermedi.
Ben bir şeyler üretmişken, bölümümden her sene en az bir oyun çıkarken destek bulamamak çok acıydı.
Kendince haklı sebepleri tabii ki var, kime sorarsak o haklı her zaman.

Bunlara rağmen yılmadık ve bir haftasonu Turgay Orgun sayesinde posterimiz için harika fotoğraflar çektik. Çok eğlenceli güzel bir günün sonunda Bulutay Güneş bize süper bir poster hazırladı. Bulduğumuz sponsorlar sayesinde afişlerimizi ve el ilanlarımızı bastırdık, sonra da bilet ve davetiyelerimizi hazırladı Berfu Atagün.
Benim el ilanlarında yaptığım bir yanlışlıktan dolayı bir sürü el ilanı geridönüşüme gitmek zorunda kaldı. Bu da ders aldığım, acıklı bir hikaye olarak kaldı. Hepsini yeniden yaptırıp sorunu hallettik. 
Oyuna Berfu ile bir sahne daha yazdık son iş olarak. 
Ezberler, provalar, çalışmalar tam gaz gitti ikinci dönem.
İsim annemiz de Papatya Hocam oldu. İngiliz dili bölümleri olsak da ufacık bir ekibiz diye ismimiz 
Off-Off Broadway oldu. Pek de şeker oldu.

En güzel kısım olan posterlerimizi asıp, oyun tarihlerimizi ve saatlerimizi ilan etmeye gelmişti sıra. Facebook'ta etkinliğimizi açıp posterlerimizi sanırım her bulduğumuz yere astık. 
Bütün zorluklara, panolardan ve kapılardan sökülen, hatta gözlerimin önünde karalanan posterlere rağmen sona geldik ve güzel bir iş çıkardık. 




Oyundan sadece bir gün önce sahnemiz boşaldığı için, anahtarı teslim alır almaz dekor hazırlıklarına başladık. İlk önce bir iskele kuruldu ve sonra o iskele tamamen siyah perde ile kaplandı. Babamın yaptığı "SIR" tabelasının ışığı yandı. Bardaklarımız ve şişelerimiz raflara dizildi. Bar yaptığımız masa resimlerle kaplandı. Sahne silindi, süpürüldü.

Oyun günü yani 16 Mayıs'ta sahnede gerçek dekorla sadece bir kere prova yapabildik . O gün bir, ertesi gün de iki performans sergileyip süper bir iş çıkardık hep birlikte. 






Sahneye çıkıp selam verdiğim anın hayaliyle yapmıştım her şeyi. O hayali gerçekleştirip kardeşime sarıldığım an her şeye değerdi.


Amatörün de amatörü, belki de oyun bile denemeyecek bir metin. İşi bilen bazı tanıdıklarımdan aldığım destek ve tavsiyeyle yürüttüğüm bir iş belki de ama benim için anlamı büyük. Şimdiye kadar yaptığım en güzel iş. Yazdığım ve yönettiğim, sevdiklerimi bir araya getiren bir eserim var diye bakıyorum ben ona. 
"SIR"rım.
Özetle her şeyim.
Ailem

Oyuncu arkadaşlarım Cansu Palamutçu, Özge Alıcı, Uğur Harbelioğlu, Pınar Tuğçe Gürkan, Mustafa Altıntaş
Hem oyuncum, hem yardımcı yönetmenim, hem dış ilişkiler sorumlum, hem kostümcüm, hem makyözüm, her şeyim, en sevdiğim arkadaşım Berfu Atagün
Işık yardımıyla bizi aydınlatan Özkan Taş
Seste Özgün Ersin
Sahnede yardımcılarım olan Ece Çakır, Dilara Ebil, Gülnur Ulu
Görünmeyen sahne arkası kahramım Nurelif Işıldak


Bilet satarken yardım eden Medya Temelli, Nezahat Özek, Anıl Badı
Fotoğraflar çeken Ayşegül Sider, Nehir Devrim
Oyunu videoya çeken Mine Andsoy Gürsel
Posterimizi hazırlayan Bulutay Güneş
Poster için harika fotoğraflar çeken Turgay Orgun
Maddi olarak destek olan herkes ve bütün sponsorlarımız
Emeği geçen, ismini şu an hatırlayamadığım herkese teşekkürler.

 İzlemeye gelerek yanımda olan en önemlisi de bana inanan herkese...


t

21 Nisan 2013 Pazar

Bugün In The Heights günüydü

Uzun zamandır beklediğim In The Heights Müzikali'ne bugün gittim ve kulaklarımda hala şarkılar var. 
Oyunun posteri ile başlayayım:

(Poster ve Görsel Tasarım: BG Design (Bulutay Güneş))

Müzikalde New York Washington Tepesi'nde kurulmuş bir Latin Mahallesi var ki canlılığı ve renkliliği tahmin etmeye biraz yardımcı olur sanırım. 
Mahalle sakinlerinden birine çıkan piyango, mahalledeki aşklar, hayaller ve bolca dans.
Oyuncular, oyunculuklar, sahne ve dekor, müzik, kostümler... Hepsinin aylardır büyük emek harcanarak ortaya çıktığı belli. Ekip oldukça kalabalık ve aile gibi.

Müzikalden en sevdiğim şarkı Benny's Dispatch'e tekrar hayran oldum bugünden sonra.
Merak edenler için:

Ekibin mutluluğu ve keyfi yaptıkları işe de fazlasıyla yansımış.  
Lemur Sanat'a, oyunculara, emeği geçen herkese koskocaman tebrikler. Sayelerinde harika bir pazar günü geçirdik.
Müzikal ile ilgili detaylı bilgi için:  https://www.facebook.com/events/498664233504630/ 



(Fotoğraflar: Turgay Orgun)
t

26 Mart 2013 Salı

On iki: Salzburg

Erasmus bitti Ankarama kavuşur kavuşmaz da yazmayı ihmal ettim. Uğramaz oldum buralara. Son gittiğim şehir Salzburg'u kırmamak lazım. Kendisi pek hoştu. Benim için anlamı apayrıydı.

İki yıl önceki yaz tatilimde falıma bakan bir kadın "Sana yurtdışı görünüyor. Gideceksin." dediğinde gülüp "Hadi canım. Nasıl gideyim? Hiç niyetim yok. Erasmusla gidebilirim sadece o da bana çıkmaz. Akrabam falan da yok yanına gidecek. Annemin bir kuzeni varmış o da Avustralya'daymış. Oraya mı gideyim?" şeklinde atıp tutmuştum. "Para kazanır giderim ileride." falan demeyişim de ne acı olmuş. Neyse.

Benim yıllar yılı Avustralya'da sandığm akrabam Avusturya'daymış meğer. Yurda dönmeden önce hazırlıklarımı yapıp üniformamı (gri montum) giydim ve gene bir tren yolculuğuna başladım. Kitaplarını okuyup filmine sıcak bakmadığım The Other Boleyn Girl'ü sonunda izleyip sıkılmadım yolculuktan. Yalnız kalmayı pek özlemişim meğer onu fark ettim.

Gidince buluşmaca, kaynaşmaca...Uzun bir süre sonra aile evine gidiş. Yere çorapsız, terliksiz basabilme özgürlüğü. Misafirperverlik. Harika bir akşam yemeği ve gece yarılarına kadar sohbet. Hep hatırlayacağım bir akşam olacak.

Ertesi gün de minik bir şehir turu atıp bir sürü hediyeyle Klagenfurt'a döndüm Ankara hazırlıklarımı yapmak ve son kez en çok sevdiğim yer olan göle gidebilmek için. Gezip tozma işini Salzburg ile bitirmiş oldum böylece:)







Her şey için tekrar teşekkür ederim Emine Teyzem.
t

30 Ocak 2013 Çarşamba

On bir: Berlin


Berlin'in yeri benim için ayrı çünkü hep görmek istediğim, hatta en çok görmek istediğim şehirdi kendisi. Akşam vardığımız için hiçbir yere gitmeden sadece yemek yeyip hostelimize gidip dinlenmeyi tercih ettik. 



Sabah erkenden kalkıp hafif sisli ve yağmurlu bir Berlin sabahına uyandık. Kahvaltıdan sonra hemen gezmeye başladık. En yakınımızdaki Televizyon Kulesi'ne giderek başladık tura.


Sonra da Berlin Katedrali'ne doğru yol aldık. En üst katına kadar çıkıp şehri yukardan görme şansımız oldu. 





Daha sonra da gitmeyi en çok istediğim Bergama Müzesi'ne gittik. Türkçe seçeneği olan elektronik rehberler müze gezimizi daha da zevkli hale getirdi. Saatlerce kulaklıklarım ve kocaman gülümsememle dolaştım. Daha sonra da İslami Eserler Müzesi'ni gördük.






Sonra kısa bir alışveriş ve de yemek molası verip akşamı ettikten sonra Schloss Charlottenburg Şatosu'na gittik. Fazlasıyla karanlık olduğu için fotoğraflarımız pek güzel çıkamadı maalesef. Sonra da elimizde kahvelerimizle Brandenburg Tor'a gittik.


Son olarak da Berlin Duvarı'nı görmeye gittik ve gezimizi tamamladık. Berlin en beğendiğim şehir ünvanına sahip. Baştan beri gitme hayali kurduğum için daha da değerli oldu sanırım. Yorgunluktan bitip tükendikten sonra kendimizi yataklarımıza bıraktık ve dinlendik. Ertesi sabah erkenden Klagenfurt'a dönüş yolculuğumuz başladı. Bir kısmının nasıl geçtiğini hiç anlamadığım, bir kısmında sıkıntıdan patladığım ve de çok yorulduğum on dört saatlik bir yolculuk yaptık. Berlin ile diğer ülkelere yaptığım gezileri bitirdim. Kalan dört günlük sürede de minicik bir Salzburg gezisi yaparak Erasmus serüvenimi bitiriyorum. 



t