20 Eylül 2012 Perşembe

Bir hafta kala

Ankara'dan ayrılmama sadece bir hafta kalmışken Erasmus Programı'na nasıl bulaştığımı ve neler yaptığımı paylaşmak istedim.

Erasmus belirli süreler boyunca hibeli ya da hibesiz olarak akademik personel ve öğrenci değişimini ve yükseköğretim kurumları arasnda işbirliğini destekleyen bir Avrupa Birliği programı. Avrupa Birliği Bakanlığı'na bağlı Ulusal Ajans Erasmus Hayat Boyu Öğrenme Programı'ndan sorumlu.

Erasmus ismi de  EuRopean Community Action Scheme for the Mobility of University Students 
  ( Üniversite Öğrencilerinin Hareketliliği için Avrupa Topluluğu Eylem Programı) kısaltmasından ve birçok ülkede öğrenci ve akademisyen olarak bulunan Erasmus'tan gelmekteymiş. 

Benim hikayeme gelecek olursak... 

İkinci sınıfta başvurumu yapıp kendime ve not ortalamama güvemediğim için  niyet mektubu yazmamış ve işlemleri yarıda bırakmıştım. Doğru karar vermişim çünkü giden arkadaşlarımın not ortalamaları benden bayağı yüksekti. "Aman canım olmasa da olur, eksikliğini hissettiğim bir şey değil nasılsa" deyip çok üzerinde durmadım ve unuttum.

Üçüncü sınıfta başvurular tekrar başladı ve sınıf arkadaşlarımdan birinin ısrarı üzerine bir kez daha başvurdum. "Nasıl olsa gidemem, bu ortalamayla Erasmus mu olurmuş canım?" diyorum bir yandan da. Başvuru yapıldı. Niyet mektupları yazıldı. Yabancı dil sınavına girildi. Hepsini yapıyorum ama asla umudum yok sonuçlara ilgili. Sınavdan sonra unuttum zaten Erasmus ile ilgili her şeyi.  Millet sonuçları merak ediyor, bilgisayar başına gidiyor ama bende tık yok. Sonuçların açıkklandığını duyunca da açıp bir kere bile bakmadım zaten. 
Okula geç gideceğim bir sabah başvuruyu yapmam için ısrar eden arkadaşımın telefonuyla kendime geldim. 

"Listede adımız var, hepimiz gidiyoruz." 
"Hadi canım, ben de mi? Emin misin?"
"Ay evet, işte liste gözümün önünde. Adın var."

Ben inanmamaya ve gidemeyeceğime öyle proglamışım ki kendimi haberi alınca hiç sevinmedim bile. Aklıma tek gelen şey son senemizi dolu dolu ve beraber geçirme planları yaptığım en  yakın arkadaşımdan ayrılma durumu oldu. Okula gittim. Listede adımı gördüm. Hala çok mutsuzum. Arayıp arkadaşıma haber verdim yanına gittim. Sohbet etsek edemiyoruz. Birbirimize adam gibi bakamıyoruz. Akşama kadar fırsat bulduğumuz her yerde ağladık. Ağladıkça açıldık uzun uzun konuştuk. Sayılı gün nasılsa neler atlattık deyip günü bitirdik ve bu zamana kadar açmadık ayrılık konusunu fazla. İnsanın ailesinden sonra, gidişine üzülen ve sabırsızlıkla kendisini bekleyeceğini bildiği birine sahip olması bir insanın başına gelebilecek en güzel duygulardan.

İşin kolay ve duygusal kısmı o gün sona ermiş meğer ben bilmeden. Sonraki prosedürler insanı çileden çıkaracak cinsten. Hele benim gibi resmi işleri sevmeyen biri için. Pasaport krizleri, kapıda postacı bekleme krizleri gibi sayısız kriz geçirdikten sonra her işlem bitti ve nihayet gidebilecek hale gelebildim. 

Ailemden, en sevdiğim arkadaşımdan, Ankara'dan bu kadar uzun bir süre için ilk kez ayrılıyorum. Geriye kalan bir haftam,  kafamda da birsürü soru, korku, endişe ve adını bilmediğim bir sürü şey var.
Bir yandan da en başta sevinmediğim kadar sevinip bir hafta sonra başlayacak serüveni deli gibi merak edip heyecanlanıyorum.
Umarım her şey çok güzel olur.


Kendime not: Çok güzel anılarla ve arkadaşlıklarla dön.




Bu da  en zor işlerden biri olan bavul hazırlama kısmından.
t

17 Eylül 2012 Pazartesi

Minik kardeş artık minik değil

On iki yıl önce buz gibi bir günde dersaneden çıkıp hastaneye görmeye gittiğimde beklentilerimi hiç karşılamamıştı sevgili kadeşim. Kıpkırmızı, dünyaya gelmiş olmaktan pek memnun olmadığını belli eden buruştuduğu yüzü ve büzüştürdüğü dudaklarıyla ben de burdayım demeye çalışıyordu ağlamaya çalışarak. 

"Bu mu şimdi? Tek çocuk olma lüksümü elimden alan varlık bu kadarcık mı?" diye düşünmedim değil ama o kadarcık varlığın hayatımdaki her boşluğu dolduracak büyük olduğunu fark etmem çok zamanımı almadı neyse ki.

Yılların nasıl çabuk geçtiğini göstermeye kararlı kendisi şu sıralar. İnsan kendine değil de başkalarına bakınca daha çabuk fark ediyor sanki zamanın hızını. İlkokula başladığım zamanı çok net hatırlamam değil de onun ilkokula başladığı ve  kendinden büyük çantayı taşımaya çalıştığı zamanı hatırlamam daha etkili sanki bunu kavrayabilmemde.

Bugün de öyle oldu. Eğitim öğretim yılı başlayıca anılar canlandı . Kendi altıncı sınıfa başlayışım sanki dünmüş gibiyken annemin okulun kapısında "Burada üç sene, lisede de dört...Sonra tekrar...Bitecek mi acaba okul hı?" deyip gülümsemesi hala çok canlıyken okulumun bitmek üzere olması  acı gerçeğim.
Bugün de Mert Bey altıncı sınıfa başlayarak bu gerçeği bir kez daha bana gösterip artık minik kardeşten ergen kardeşe terfi ettiğini resmi olarak göstermiş oldu. Mavi önlüklü, beslenme çantalı ve mataralı zamanlarımız resmen bitmiş durumda.Defter kabının nasıl olması gerektiğinden  ya da yazma ödevlerinden  daha önemli meselelerimiz var artık. Şekil almayan saçlar artık bizim için çok daha önemli.




t

15 Eylül 2012 Cumartesi

Şansım

Uzun bir aradan sonra tekrar bloga döndüm ve yazmaya kaldığım yerden devam ediyorum.

Hayatımda çoğu şey şans eseri gerçekleşti ve ben bazen ısrarla anlamak istemesem de evren bana şanslısın diye mesaj vermeye çalıştı. Kıyamam, hala da çabalıyor.

Aklıma ilk gelen olay liseye kaydımdır mesela. Aklımda fikrimde olmayan bir semtin aklımda fikrimde olmayan bir lisesine aklımda fikrimde olmayan bir insanın tavsiyesi üzerine gittim. Dört yıl boyunca iki vasıta değiştirmek hoş olmadı ama minibüs şoförleriyle aramda duygusal bir bağ oluştu ki tadından yenmez. Gene aklımda fikrimde yokken vasat öğrenci kimliğimle lise birinciliği hediye edildi bana. Evet hediye edildi çünkü istediğim liselerde bu olmayacaktı biliyorum ki. Neyse. Bu benim için büyük şans oldu çünkü istediğim bölüme yettiremediğim puanım kenara itildi ve "sen madem çok istedin böyle bir kontenjan var hadi gel İngiliz dili ve edebiyatı oku" dendi bana. Hazırlık atlama sınavını geçememiş olmam daha da  büyük şanstı çünkü  bana harika birini kazandırdı ve kendisi şu an en büyük şansım haline geldi.

On bir gün sonra ailemden, en sevdiğim şehirden ve şansım dediğim en sevdiğim insandan ayrılmak zorundayım. Erasmus Programı ile bambaşka bir ülkede ve şehirde olacağım. (Erasmus olayının şans eseri olması da daha sonraki yazılarımdan birinin konusu olacak.) Gitme zamanı yaklaştıkça gitme heyecanımın ve isteğimin yanına buradan ve sevdiklerimden ayrılmak istememe duyguları karışmakta ama bunu da şans olarak değerlendirip hazırlanıyorum yavaş yavaş.

Dört ay idare edecek eşyalarla doldurduğum bavulumda bana şanslı olduğumu, yalnız olmadığımı ve sevildiğimi hissettirecek güzeller güzeli minik bir kutum var.
Kutunun içinde de dudak uçuklatacak bir sabrın ürünleri var. Burada olmadığım gün sayısı kadar minik kağıt rulolar. Kağıtlarda da alıntılar, sevilen dizeler, sözler... Böyle bir hediyeye sahip olabilecek kadar sevmek ve sevilmek en büyük şans ve en büyük hediye.


İçindeki kurbağanın, leopar desenli göz bandının ve fincanların bambaşka hikayeleri ve anlamları var tabi ki.

Herkesin şansım diyebileceği bir dosta sahip olması dileğiyle...



t