30 Kasım 2012 Cuma

Beş : Barcelona

Fransız görevlilerin bizi ordan oraya sürüklemelerinden sonra uçağımıza ulaşıp bir sonraki durağımız Barcelona'ya gittik. Barcelona'daki havaalanı çok büyük ve gerçekten çok güzeldi. Haritalarımızı aldıktan sonra trene bindik ve bizi çok güzel bir sürpriz karşıladı. Gezimize çok güzel başladık


Böyle güle oynaya başladı her şey. Daha sonra da metroya binip Sangrada Familia'ya ulaştık. Hostelimiz oraya çok yakındı. Şirin bir hosteldi, kırmızı çarşafları pek sevdim.



Benim içi en güzel olan şey sınırsız internetin olmasıydı. Günlerce iletişim kuramamanın acısını gider gitmez çıkardım. Kendimizi toparlamaya ve Paris yorgunluğu atmaya çalıştık birazcık. Sonra öğrendik ki akşama başka bir hostelde parti var. Sanki o yorgun insanlar biz değilmişiz gibi koştuk gittik.

Tadı bizim Efes'e oldukça benzeyen Barcelona birası.

 Bir daha göremeyeceğimiz onca insanla saatlerce sohbet etmek çok güzel oldu. Kendi hostelimize giderken yağmura yakalanmak çok hoş olmasa da Sangrada Familia'nın kubbelerine baka baka yolumuzu bulup kendimizi yataklarımıza attık. Sabah da mis gibi kokular yayan minicik bir dükkanda kahvaltımızı yaptık. 

Tavuklu çok çok lezzetli bir şey yedik. Şey diyorum çünkü adını not almayı unutmuşum açlıktan ve kokuların güzelliğinden.

Kahvaltıdan sonra başladık gezmeye. İlk durak en yakındaki Sangrada Familia oldu haliyle. Gördüğüm en görkemli yapılardan biriydi. Modern mimarinin en önemli isimlerinden olan Gaudi'nin yarım kalmış eseri kendisi. Tamamlanması için devam eden çalışmalar nedeniyle sağında solunda birsürü vinç olsa da gerçekten görülmeye değer. Gaudi'nin nelerden esinlenerek çalıştığını anlatan müze de çok güzeldi. 














Sonra sırada Gaudi'nin diğer eserleri Casa Battlo ve Casa Amatller vardı. 












İnsan gezerken nereye bakacağını şaşırıyor Barcelona'da. Mimari o kadar güzel ki durup uzun uzun seyretmek, her yerin fotoğrafını çekmek istiyorsunuz. 

Yürüye yürüye Katalonya'ya vardık. Yemek molası verdikten sonra Barcelona'nın en önemli caddesi La Rambla görüldü. İstanbul İstiklal Caddesi tadında, bol bol hediyelik eşya dükkanı, cafe  ve barları olan bir cadde. 










Çiçekçiler, ressamlar, sokak sanatçıları... O gün maç olması nedeniyle de oldukça kalabalıktı.  Sonra Katedrali görmeye gittik ve sokak müzisyenlerini dinleyerek dinlendik.







La Rambla Caddesi'nin sonunda Mirodor de Colom ( Christopher Colombus Anıtı) isimli kocaman bir anıt var. Ondan sonra da sizi deniz karşılıyor.



Akşamı ettik ve çok yorulduk. Yağmur yağma ihtimaline karşı ağır mı ağır botlarla çıktığım gezi ayaklarımın canına okudu onca yürümeden sonra. Ayaklarımı kaldıramadığım için kamplumbağa hızında yürüdüm genelde. Bundan sonraki uçağımız sabahın köründe olduğu için yapacaklarımızı yapıp havaalanına gitmek üzere yola çııktık. Fransa'da yaptığımız gibi havaalanında dinlenip rahat rahat da uçağımıza yetişiriz diye düşündük. Metroyla Estonya durağından Plaça de Sants'a gelip tren istasyonunu bulduk. Elimdeki broşürden havaalnına giden trenleri anlamaya çalıştım ve havaalanına gittiğini sandığım bir trene bindik. Öyle sanmamın nedeni, üç farklı trenin kesiştikleri noktanın havaalanı olarak görülmesi ve benim orayı ortak durakları sanmam. Neyse, pek öyle değilmiş işler. Tren ilerledikçe duraklardan anladık ki yanlış trendeyiz. Sorduk birilerine. İngilizce bilmeseler de havaalanına o trenin gitmediğini anlatmayı başardılar. Hemen indik ve diğer platforma geçtik. Tam o sırada gelen trenin, trene ilk bindiğimiz yerden geçip geçmediğini sorduk ve öğrendik ki gidiyormuş. Apar topar o trene attık kendimizi. İlk durağa dönüp bu sefer doğru trene binerek havaalanına ulaştık. 
Bekleme salonunda gözüme kestirdiğim koltuklara montumu yayarak kendime güzel bir yatak yaptım. Kısa bir kıyafet değişimi ve çanta düzeltme kısmından sonra oturdum saatlerce günlük yazdım. Ayaklarımın acısından botları falan da çıkardım tabi ki. İyice yorgun düşüp bir güzel yerleştim ve üzerime battaniyemi örttüm uyumaya çalştım. Tam uyuyacakken bilet kontrol etmek için gelen görevliler her şeyi berbat etti. Sonra da uyumayı beceremedim haliyle. Sorunlar sıkıntılar bu kadarla sınırlı değil tabi ki. Fransa talihsizliğinden sonra hayatımdaki en iğrenç olay da bu gecenin sabahında başıma geldi. Başıma gelen olay  diğer gezinin başlangıcı  sayılabileceği için ondan diğer  yazıda bahsedeceğim.

Gezimin sonu çok fena olsa da, Barcelona insanlarıyla, mimarisiyle ve canlılığıyla beni çok etkiledi ve gerçekten çok beğendim. Çok para harcamamız ve dönmek istemememiz için ellerinden geleni yapmışlar adeta. İnsanların anlattıkları kadar güzelmiş, iyi ki gitmişim.
t

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder