25 Ekim 2012 Perşembe

Bayram Gelmiş!

Bilindiği üzere Avusturya Klagenfurt'tayım Erasmus için. Her şey gayet güzel, uyum sağlamam çok kolay oldu ve de mutluyum. Bir ay geçti bile ama sanırım bugün biraz zor geçecek benim için.

Alışık olduğum bayram düzeni maalesef bu bayram yok. Her bayram Ankara'dan kalkıp Manisa'ya gitmeye çok alışmışım. Bilenler bilir Ankara aşkımı ama bayram yerim her zaman Manisa'dır. 
Eşek kadar olsam da bayramlık bir şeyler almak, günlerce valize ne koysam diye düşünüp sonra o valizi son gün hazırlamak adettendir bende. 
Sabahın köründe yola çıkmak, bir zamanlar annemin olan ama şimdi kimselere vermediğim ön koltuğa koskocaman yastığımla kurulmak, şekilden şekile girerek uyumak, babamın günler önceden hazırladığı şarkı türküleri dinlemeye dayanamayıp mp3ümü arayıp bulmak, kulağımda müziklerle yarı uyur yarı uyanık bir şekilde yollara ve bulutlara bakmak, babamın "Ne biçim muavinsin? Ne çayın var, ne kahven var?" , kardeşimin "Abla, gördün mü kaç km kaldı?"; annemin "Adil Bey artık bir dursan mı?" sorularını duymak özlenebiliyormuş meğer. "Baba tuvalate gitsem, dursana uygun bir yerde." dediğimde, klasik "Sık dişini, bir saat kaldı." cevabı var bir de en çok sevdiklerim ve eksiklikliğini hissettiklerim arasında.
Gidince de sanki yıllardır görüşmemişiz gibi sevinen anneannem, hazırladığı yemekler var tabi bir de.
Arefe gününden gidilen köy, akşamdan hazırlanan kıyafetler, boyanan ayakkabılar, son kez tekrar temizlenip toparlanan odalar, doldurulan şekerlikler ve kolonya şişeleri, gelen çocuklara vermek için hazırlanan çerezler ve en sevdiğim şey: Havadaki bayram telaşı.
Bayram sabahı namazdan gelmesi beklenen büyükler, onlar gelene kadar hazırlanan kahvaltı, sobada kızaran ekmekler geldiklerinde de cümbür cemaat bayramlaşma, sarılma ve gülüşmeler... Birlikte yapılan kahvaltı. Sonra da kurban telaşı. Curcuna, kargaşa. El öpmekten bıkmak ama aslında içten içe sevmek. akrabalara gidip bayramlaşmak. "Sen seversin hadi sarma da yaptım." cümlesini duymak. Her evdeki kolonya kokusu. Sonra da yolda TRT Fm bayram programını dinleyerek anneanneye gitmek. Geç saatlere kadar oturup sohbet etmek. 
Hiçbiri bu bayram yok ama kendi bayram havamı yaratmayı başardım burada da. Bütün odayı temizledim. Klasik bayram geleneği olan ve üşengeçlikten en sona bırakılan banyo olayını aradan çıkardım. Ojelerimi sürdüm ve güzel şeyler düşünerek uyudum. Sabah da çok enerjik kalktım. Burada daha önceden giymediğim bir gömleğimi giyip ona bayramlık muamelesi yaptım. Babamı aradım, itiraf ediyorum biraz daha konuşsam ağlayacaktım. Neyse ki dolan gözlerle geçiştirebildim. Sonra da en sevdiklerime mesajlar yolladım. Makyaj bile yaptım üşenmeden.  Barış Manço'dan Bugün Bayram'ı dinledim. Sonra da güzel bir kahvaltı hazırlayıp yurttaki arkadaşlarla kahvaltı yaptım. Çabuk başlayıp çabuk bitti buradaki bayram sanki ama içm hala kıpır kıpır. 
En sevdiklerimden ayrı geçirdiğim ilk bayramım. Birazcık buruk tabi ki ama burada sevdiklerimin arasına yeni  katılanlarla da keyfim yerinde.
Herkesin bayramı musmutlu geçsin. 

Bu da bayram kahvaltısı hatıramız :)
t

11 Ekim 2012 Perşembe

İnsanoğlu kuş misali

Gidiyorum, hazırlanayım onu yapayım bununla uğraşayım, o belge  bu belge derken geldim bile Avusturya'ya. Bugün on beşinci günüm olmuş bile ve zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamadım.

İlkleri yaşadığım ve yaşamaya da devam ettiğim bir serüven içindeyim şu an.
En büyük ilkim sevdiklerimden ve evimden bu kadar uzun süreliğine ayrılmak oldu. İkincisi de uçakla yaptığım yolculuk. Esenboğa'ya en sevdiklerimle gittim. Ailem ve en yakın arkadaşım benimleydi. Sabaha kadar sohbet edip ağlaşıp gülüşerek zamandan kazandık elimizden geldiğince. Kesin çok duygusal olurum ağlarım ben şimdi diye düşünürken gülerek vardık havaalanına. 
Klasik işlemler, bitmesi istenmeyen son dakikalar, anonslar vs vs. Kendime nasıl ağlamadım diye hala hayret ediyorum orası ayrı. Kontrolden geçip kapıda beklerken kalbim sıkışsa da gözyaşlarım akamadığı için gözlerim cayır cayır yansa da iyi kurtardık. En büyük destekçim gene benimleydi ama. Üzüntüden gebersek de ayrılalı beş dk  bile olmasa da mesajlaşmaya devam ettik ben uçakta telefonu kapatana kadar.
Uçakta bir ara dizlerimin bağı çözüldü resmen. Saf saf etrafıma bakınmam ve pencere kenarında oluşumun tadını çıkarmam yanımdaki amcanın dikkatinden kaçmadı.

Bozkır insanı olan ben Marmara Denizi üzerinde dolanınca daha da bir heyecanladı. Tamam itiraf ediyorum inene kadar da uçağın düşme ihtimalini düşünüp durdum.
Sabiha Gökçen'de iki arkadaşımla buluştum ve Viyana yolculuğu başladı bu sefer. Yaklaşık iki saat süren yolculuğum sırasında yanımdaki teyzeyle kanka olduk sohbetler ettik. 1,5 euro verip bana su aldı hatta kıyamam. Her yudumunu özenle içtim aslında 50 kuruş olduğunu fazla düşünmemeye çalışıp:)

Viyana'ya inince gri, hafif yağmurlu bir havayla karşılaştık. İstanbul'un günlük güneşlik havasından sonra bu kadar ani bir değişiklik hoş olmadı haliyle. Bavulları arayıp bulmaca kısmından sonra iki Türk yardımsever bize yardımcı oldu ve trenle aktarma yaparak Miedling'e sonra da gene trenle Klagenfurt'a geldik. Hayatımın en sıkıcı yolculuklarından biriydi. Bir gece önce uyumamanın cezasını trende uyuyamayarak çektim. İneceğimiz yeri geçme korkusu ve göz kapaklarımın açık kalamama durumu iğrençti.


110 falan yazdığına aldanmayalım yeri geldi 50 km ile gitti bu tren çığlık atacaktım.

Trenden inince baktık ki tren garında market var hemen içeri atladık bir şeyler almak için. İlk dönerimi de Miedling'te tren beklerken yedim bu arada unutmadan söyleyeyim. Ekmek,su ve nutella üçlüsünden sonra buddyler bizi yurda getirdiler. Orası daha da ilginç. Odaya gelip eşyaları bıraktık. Oda arkadaşım gelmiş benden önce eşyaları vardı ama kendisi yoktu. Odaya döndüğümde içerde birisini görünce nasıl korksam bilemedim haliyle. İlginç bir karşılaşma ve tanışma oldu.

İk hafta deli gibi para harcayıp odayı temizleyerek ve düzelterek geçti. Burdaki en eski yurtta kalıyorum ama ismi çok hoşuma gidiyor kendisinin : Mozartheim. Daha güzel ve modern yurtları görsem de hiçbirinde burdaki samimiyeti göremediğim için sevmedim.


Hemen bir "ben" köşesi oluşturdum başucumda. En sevdiklerimin fotoğraflarını görmek gibisi yok:)

Daha önce gelen arkadaşlardan biri neler yapmamız gerektiğini öğretti. Okulu ve şehri öğrenmeye çalışarak geçiyor hala zaman. Ha bir de en çok sevdiğim şeylerden biri olan partilerimiz var:)



Bunlar da merkezde çektiğim ilk fotoğraflar. Hikayelerinden daha sonra bahsederim mutlaka. Klagenfurt denince ilk akla gelen meydan burası.

Bir de göl var ki favorim.







Banklardan birine oturup gölü seyrederek sohbet etmek gerçekten harika.

Sonbaharın da "ben artık burdayım" diye bağırdığı bugünlerde yeşil,sarı, kahverengi ve kırmızı yapraklarla dolu sokaklar görülmeye değer.

Sessiz sakin yerlerden hoşlanmam ama buraya ısınmam zor olmadı. Beklediğimden daha hoş her şey.

Okulumuzun yanında da bir kebapçı var. Yorulup üşümüşken. "Gelin, bir çay ikram edelim." cümlesini duymak hepimizi duygudan duyguya sürükledi.


Bu da ilk çay olarak kayıtlara geçsin:)

Sadece iki hafta geçmesine rağmen bu iki haftaya çok güzel şeyler sığdrdım. Bazı şeyleri bulmam ve görmem için buraya gelmem gerekliymiş.
Umarım her şey böyle güzel geçer.

t