20 Ocak 2013 Pazar

Dokuz: Krakow

Budapeşte'de trenimizi bulduktan sonra, doğru vagonu ve kompartımanı bulmak için çok çabaladık. Uzun uğraşlar sonunda yerimizi bulduk. Görevli amca biletimizi alıp "Sabah beni bulup biletinizi alın" dedi biz de olur dedik girdik içeri. 
İlk kez yataklı kompartımada yolculuk yapacağım diye heyecanlanırken içimdeki sıkıntı da olduğu yerde duruyordu. Ben dört yatak vardır, rahat rahat hareket ederiz diye düşünürken kompartımanda altı yatak olduğunu gördüm. Yataklarımızın en üstte olduğunu da fark edince oraya tırmanma ve oraya sığabilme durumu bizi düşündürdükçe eğlendirdi. Yataklardan biri boştu ve kompartımandaki diğer kızlar çok yardımseverdi. Eşyalarımızı yukarı yerleştirmemize yardım ettiler ve düşmeyelim diye merdiveni bile tuttular.

O küçücük yerde üzerimi değiştirip, yastığımı battaniyemi düzenleyip dinlenmeye çalışıyordum. Saatimi  kurup acaba şimdi nerelerden geçiyorum ki diye düşüne düşüne hayal kura kura giderken bir yandan da koca trende o adamı nerede buluruz acaba diye soruyordum kendime. Uyur gibi olmuşken kapımız çaldı ve olanlar oldu. Her sınır geçişimizde biletimizi kontrol eden amcalardan biri biletimizde bir yerin eksik olduğunu, o eksiklikten dolayı da kişi başı yüz euro daha vermemiz gerektiğini yoksa trenden inmemiz gerektiğini söyledi. Nerede olduğumuz hakkında en ufak bile bir fikrimizin olmadığı bir yerde trenden inme ihtimali! İçimdeki sıkıntının nedeni ortaya çıkmış oldu.  Gecenin bir yarısı şok oluşum ve karnıma giren kramplar... Biletin kendi fiyatını düşündüğümüzde yüz euro oldukça fazla bir miktardı ve adamı ikna etmeye çalıştım uzun bir süre. Sonra bizden on beş euro aldı ve kayboldu. Sonra endişeli halimize acımış olsa gerek ki  trene ilk bindiğimizde gelen  görevli geldi ve sorun olmadığını, Krakow'a gidebileceğimizi söyledi. Bizden parayı alan adam muhtmelen bizim gibi interrail yapanlardan para koparan biriydi. Ben onca tartışmadan sonra rahat kalmak için verdiğim paraya acımadım bile açıkçası. Ondan sonra uyku ve rahatlık denen iki güzel şey sabaha kadar beni terk etti haliyle. Sızıp sızıp saat başı uyanmalarım ve  başka aksilik olmasın diye dualarımla yolculuğu bitirdik. Krakow'a çok olaylı bir gecenin sabahında varmış olduk.


Paramızı bozdurup Prag treninde yerlerimizi ayırttıktan sonra hostelimize gittik. Sabahın bir körü olduğu için odaya çıkamadık tabii. Eşyalarımızı bırakıp heyecanla gitmeyi beklediğimiz Auschwitz Müzesi'ne gittik. Tren istasyonunun hemen yanındaki otogardan bizim okul servisleri gibi küçük bir taşıtla müzenin olduğu köye ulaştık. Gecenin yorgunluğu yüzünden merkeze yaklaşık bir saat uzaklıkta oluşunu değerlendirip uyudum bol bol.



Meşhur "ARBEIT MACHT FREI" yazısı


                                     

Buz gibi bir hava ve karla karışık yağmura rağmen yılmadık gezdik. Kampa getiren kişilerin fotoğrafları, eşyaları, gördükleri işkenceleri ve tıbbi deneyleri anlatan sergiler, gaz odaları,kurşunlandıkları duvar ve daha nicesi... İnsanların tek suçunun başka bir milliyete, dine ya da farklı bir ten rengine sahip olması ve bunun hiç acımadan bu insanları katletmek için kullanılabilmesi, bu kadar büyük bir vahşetin normal karşılanmasını kanıtlarıyla görmek tüyler ürperticiydi.


Kampa getirilenlerin protezleri ve koltuk değnekleri.


Kullandıkları kaplar.


Bavullar.


Tuvaletler.


Tuğladan örülmüş ve samanla kaplı, içinde onlarca insanın uyuduğu yataklar (!)


Kurşuna dizildikleri duvar.




Yakıldıkları fırınlar.

Sergideki fotoğraflardan biri ve atında yazan hala gözlerimin önünde. Fotoğrafta bir deri bir kemik kalmış bir kadın vardı ve altında yazan açıklamada kadının kampa getirildiğinde yetmiş beş kg olduğu, fotoğrafta ise 25 kg olduğu yazılıydı. 

Tüylerimizi ürperten, içimizi acıtan onca görüntüden ve hikayeden sonra merkeze geri dönmek için yola çıktık. Dönüş yolu gördüklerimi sindirerek ve gene yorgunluğum nedeniyle azıcık uyuklayarak geçti.

Merkeze vardığımızda da bir harita alıp dolaşmaya başladık. Gördüklerimizin etkisinden biraz olsun çıkıp canlandık.



Gezip, yemek yeyip ufak tefek alışverişler yaptıktan sonra hostelimize döndük. Hostelimiz pek sevimliydi. 



Resepyonun olduğu yerin duvarları ve tavanı rengarenkti. 



Odamız da renkli ve şekerdi. Pasaportlarımızı gördükten sonra Türk olduğumuz için sevinen görevli çok sıcak kanlıydı ve odamızın kapısında Türkiye'den fotoğraflar vardı. 



Bir güzel dinlenip, harika bir uyku çektikten sonra kahvaltı saatinden erken ayrılacağımız için bizim için erkenden hazırlanan kahvaltıyı bulup pek sevindik.

Sonra da toparlanıp Prag için tekrar tren istasyonunun yolunu tuttuk. Krakow ve trenleriyle başımız gene beladaydı ne yazık ki. Krakow'dan Katowice'e gidip sonra aktarma yapıp Prag'a giden trene binecektik. İlk bindiğimiz trenin yirmi dakika kadar geç kalkması diğer trene yetişememe ihtimalini doğurdu ve bu da benim için yeterli derecede büyük bir stres kaynağı oldu. Neyse ki zamanından önce vardık. İstasyonun etrafında dolaşacak kadar zamanımız bile kaldı hatta. Dolaşırken de karşımda Ankara yazısını görünce şaşırmadım değil.

                                    

Prag'a giden trendeki kompartımanımızı bulduk ve fark ettik ki yolculuk sonuna kadar sadece iki kişiyiz. Diğer yolcular bizden önce inmişler.


Bana da koltuğa yayılmak ve de Krakow maceralarımızı unutmadan yazmak düştü haliyle.

t

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder