25 Haziran 2014 Çarşamba

Neredeyse Hepimizin Tanıdığı Bir Kadın: Doğa

İletişim'den çıkan Doğa Tarihi'ni geçtiğiniz günlerde bitirdim. Oldukça akıcı, elimden neredeyse hiç bırakmadan bir solukta okudum. 
Elimden bırakamayışımın asıl nedeni ne olabilir diye düşündüğüm zaman da ana karakterimiz Doğa'nın neredeyse hepimizin tanıdığı bir kadın oluşunu, biraz da kendimi okuyuşumu fark ettim.

Doğa'nın hayatını okuyup kendimize dönmemizi, öz eleştiri yapmamızı sağlamış Hakan Bıçakçı.
Doğa belki de biraz uç bir örnek. Ev-iş arasındaki arabasında, asansörde ve camdan fanusunda geçirdiği hayatının ne zaman patlak vereceğini merakla bekliyorsunuz. 

Pahalı elbiseler, lüks bir araba ve ev, birbirlerine ne kadar da güzel bir hayatları olduğunu kanıtlamak için oluşmuş suni bir arkadaş grubu, kıyafet-ayakkabı-çanta üçlüsünün yanında iyi duran ve pahalı mücevherler sağlayan bir sevgili... 

Etini "az pişmiş" almaya ve içecek olarak "kırmızı şarap" içmeye kendini şartlamış, "civardaki göllerden bile yapay" kahkahalarıyla hiç olamayacağı kadar mutlu görünmeye kendini alıştırmış, huzur hissini fotoğraflarının aldığı beğenilere bağlamış, "renkli fotokopiyle çoğaltılmış yepyeni coşkular" ile eğlendiğini sanmış, müzik yerine sevgilisinin ses sistemini dinlemeyi seçmiş, başkalarının düşüncelerine hapsolmuş bir kadın Doğa.
Bizlerin bir adım sonrası belki de...



Kitabın en etkileyici yönlerinden biri de Bıçakçı'nın ifade tarzı. Kısa cümleler ve bunların tekrarları okundukça sanki daha da giriliyor karakterin içine, sanki kafasından geçenler, bunalımlı halleri daha da vurucu oluyor okuyucu için. Onun tatmin edilemezliği ve içine düştüğü çıkmaz bizim oluveriyor aniden. 

Doğa'dan bahsedip annesinden bahsetmemek olmaz. Kendisini boşayıp daha genç bir kadınla evlenen kocasının bir gün gelip ondan özür dilemesini, ayaklarına kapanmasını bekleyen ve bunu beklerken de kendini tüketen bir kadın. Aslında tutunduğu dal var hayatında. O sıfırın altındaki ihtimal ve kız kardeşinin ona yaptığı terapiler onu ayakta tutan. İnsanı yaşatan şeyin bir umut olduğunun kanıtı olmaya çalışıyor adeta. 

Sayfaların arası belki biraz karanlık ama zihinde parlak bir ışık yakmayı başarmış; ne için, nasıl ve kimlerle yaşadığımızı, kendimiz için nasıl bir yol seçtiğimizi tekrar ve tekrar sorgulatan bir kitap. 

Kapağındaki Chanel No 5 parfüm şişesinin içinde boğulan kadın karakter de oldukça manidar.

Son olarak; kitabın başında kullanılan Woolf alıntısı kitabı en güzel özetleyen kısım:

"Başkalarının gözleri, bizim zindanlarımız;
başkalarının düşünceleri bizim kafeslerimiz."
t

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder